EVİNDAR A. DURAN
Evliya Çelebi, yani o ünlü Seyahatname bugün okunabilir mi? Erken, basit ve kesin bir yanıt verelim: Hayır! Ancak, “Bugün okunabilir mi” sorusu, geçmişte okunabilir olduğu çağrışımına yol açmamalı, “Evliya Çelebi geçmişte okunabilir miydi, en azından kendi döneminde?” sorusunun yanıtı da yine aynı olmak zorundadır: Hayır! Elbette Evliya’nın kendi dönemindeki bir okur yazar Osmanlı, baştan başlayıp son sayfasına kadar Seyahatname’yi sıkıntı çekmeden kıraat edebilirdi; sonraki dönemlerde de bu türden okur yazarlar olmuştur, şimdi de azımsanmayacak sayıda kişi (elbette hemen tamamı uzman olan kişiler) aynı şeyi yapabilir, yapıyor da. Ancak yine de Seyahatname okunmuş olamaz, olmuyor: Zira Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi hem Türk yazı tarihinin, hem çok sayıda büyük gezgin yetiştiren İslam yazı tarihinin hem de Batı (Avrupa) yazı tarihinin benzer örneklerinden köklü biçimde ayrılır. Seyahatname’yi alışkanlık gereği ‘seyahat türü’nün bir örneği sayabiliriz tabii ki, ama onu bu rafa koyduğumuz anda oraya sığmadığını, her yandan taştığını da hemen fark ederiz. Evliya Çelebi’nin ‘Seyahatname’si seyahatnameyse örneğin Makro Polo seyahatnamesi küçük bir dipnot olarak kalır, örneğin hatta o koca İbni Battuta seyahatnamesi bile silikleşmeye başlayabilir. Son ikisi, örneğin, çok kolay çevrilebilir, çok kolay okunabilir; hem kendi dillerinde, hem çevrildikleri dillerde uzman olsun olmasın, tutkusu bulunsun bulunmasın her tür meraklı okur için zorluk çıkarmayan seyahat türünün örnekleridirler, önemlidirler de elbette. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ni aynı isimli metinlerden ayıran şey, ne tek başına tarihsel önemi, ne kapsamı, ne hacmidir.
Evliya Çelebi’nin okunamayacağını öne sürünce, ilk anda sanki devrini tamamlamış, anlamını yitirmiş ya da belki hiç bulamamış, önemsizleşmiş bir şeyden bahsedildiği sanılabilir, oysa durum aslında tam tersi: Onun okunamaz oluşunun nedeni ne dilinin bugüne mesafesi, ne korkutucu görünen hacmi, ne de olağanüstü zengin içeriği ve kapsamıdır. Dil engelini aşmanın bin bir yolu var, hacimli birçok kitaba ilgisini sürdüren sayısız sabırlı okur bulunur her zaman, zengin içerik ve geniş kapsamda zaten kendiliğinden çekicidir vs.
Evliya Çelebi’yi okunamaz kılan şey, eserinin ne bugünkü anlamıyla, ne de dönemindeki anlamıyla bir kitap olmamasıdır; o bir kitap değildir sadece, kitap denilen şeyi aşan üstün bir yazı eseri, edebiyatla sanatın iç içe geçtiği bir yazınsal-plastik eser, gerçek bir özgün abidedir. Demek ki Evliya Çelebi de sadece bir yazar değil, yazarlığı da aşan bir sanatçıdır.
Toplarsak, Evliya Çelebi bir yazar, bir gezgin, bir seyyah, bir devlet adamı, bir sanatçı, bir insanlık dostu (kendisi kendisini seyyah-ı alem ve nedim-i adem diye tanımlıyor), bir yeryüzü hacısıdır; onun gezisi mekanda, fizik coğrafyada başlamadan önce manevi/kültürel uzamda, düşte başlamıştır. Hazreti peygamberinin elini öperek, manevi rehberinin yorumunu alarak, babasının, koruyucusunun ve hünkarının da izniyle bir ibadete çıkmıştır, bir ömür sürecek, 51 yıl sürecek bir ibadet. Peygamber huzurunda ağızdan çıkmış sözün (“Seyahat ya Resullallah!), rüyada bile olsa, gereği olarak aksatılmamış bir ibadet. Eser de bu ibadetin hem ürünü hem de mabedi olarak kurulmuştur. Mekanı, fizik coğrafyayı uzamda, dil içinde ve dil aracılığıyla yeniden kurar Seyahatname; bir tür dünya oluşturur. Üstelik kapalı bir dünya da değildir bu: Tarihçiyi, etnoğrafı, coğrafyacıyı, folklorcuyu, antropoloğu, dilciyi, dilbilimciyi, mimarı, her türden edebiyatçıyı, her türden sanatçıyı, sosyologu... bildiğimiz beşeri bilim ve sanat dallarının neredeyse tamamını ilgilendiren, bunlarla ilgilenen herkesi davet eder. Davet ettiğini de asla karşılıksız bırakmayan bir eser olarak kapalı bir metin değil, açık bir dünya oluşturur Seyahatname.
Onun “okunamaz” bir eser olduğunu söyleyerek koyulduk yazıya, geldiğimiz yeri işaretleyelim o zaman: Seyahatname’de, aynı dünyada yapabileceğimiz gibi seyahat edebiliriz, bilgilenebiliriz, görgümüzü artırabiliriz, şaşırabiliriz, eğlenebiliriz, sevinç duyabiliriz, kısaca hem bir edebiyat eserinden bekleyebileceğimiz tatları, hem de bir sanat eserinden bekleyebileceğimiz tatları alabiliriz.
Çelebi’nin büyüklüğü, yukarıda saydığımız türden beşeri bilimlere gönül vermiş kişilerin dikkatini hep çekti, çekiyor. Bu bilim erlerinin Evliya Çelebi etrafındaki çalışmalarından biri, ‘Çağının Sıradışı Yazarı: Evliya Çelebi ve Seyahatname’ adıyla 3-5 Nisan 2008 tarihleri arasında Ankara’da, Bilkent Üniversitesi tarafından düzenlenen Uluslararası sempozyumdu; 33 uzman, Evliya Çelebi dünyasında bulduklarını, bulamadıklarını birbirine ve tabii ki kamuya açtılar o buluşmada. Sempozyumda sunulan metinlerin derlendiği kitap okunduğunda (hem teker teker her bildiride, hem de kitabın tümünde) Evliya Çelebi’nin ve Seyahatname’nin biricikliği sürekli hissetiriyor kendisini: Bir dilbilimci, onun çağındaki emsallerine göre üstün yetenekli bir dilci olduğunu gösteriyor, bir başka araştırmacı mimari algısının ve bilgisinin kuvvetini kanıtlarıyla serimliyor, bir diğeri “Evliya’dan tarihsel olarak yararlanmak imkansız” türü inanışların boşluğunu zorlanmadan kanıtlıyor, başka biri onun geçtiği yollardan geçmenin, gezdiği yerleri onun gibi gezmenin hazırlıklarını ve önemini anlatıyor, biri onda son derece neşeli ve eğlenceli bir yazar görürken, biri sanatçı yanına vurgu yapıyor... 33 isim, dolayısıyla 33 bildiri “fazla” görünebilir, ama değil: Her bildiride Seyahatname’ye bir geçit açılıyor, bir bakış atılıyor, bir parça öne çıkarılıyor... okuma bittiğinde Evliya Çelebi’nin dünyasında güzel bir gezintiler dizisi bitmiş olsa da, yeni geziler için iştah, hatta sabırsızlık duyulmaması neredeyse imkansız. Bir de bir Evliya Çelebi profili: Çifte silahla gezen bir Osmanlı devlet adamıdır o, anlattıklarıyla sadrazamlara parmak ısırtacak bir askeri, siyasi gözlemcidir, rakip dünyayla silahlı çatışmalara girip çıkmış bir gazidir, padişahın huzurunda akrobasi yapacak kadar atletik biridir, sohbeti çok makbul bir musahiptir, iyi bir hattattır, bir hakkaktır...
Özetle, kitap (yani kitaba dönüşen sempozyum), Evliya Çelebi’nin ve Seyahatname’nin tüketilemez olduğunu gösteriyor; kitapta bir araştırmacının “Başka toplantılarda buluşmak üzere” temennisi, aslında bu türden çalışmaların artırılması talebini içeriyor. Kitap, aynı yayınevinin her zaman övülecek bir hizmet olarak bastığı Seyahatname’ye ‘giriş’ için de hayli yararlı... Sahi, Seyahatname yazıyla yapılmış ve döneminin Osmanlı okuryazarlarından (ya da devlet adamları, ikisi de aynı şey çünkü) başlayarak, bütün insanlığa sunulmuş bir tür armağansa, kitabın dilinin konuşulduğu ülkede bir Evliya Çelebi enstitüsü olmalı değil mi diye sormadan edemiyor insan... “Seyahatname’nin doğru düzgün bir baskısı yeni yapıldı, acele etme” denildiğini duyar gibiyim; ama acele etmek lazım: Evrensel değerlere dair bir inancı muhafaza etmenin anlamı varsa hala, Seyahatname evrenselle temasta bir eser, bir evrenseldir; yazarı “seyyah-ı alem ve nedim-i adem”dir, hem kendisi evrene açılır ve hem evreni önümüze açar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder