5 Ağustos 2011 Cuma

Eve giderken yanıma bir Issız Ada alırım!

Felsefede, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, geçen yüzyılın ikinci yarısında tuhaf şeyler olur; o vakitlere kadar ‘filozof’ denildiğinde hiç akla gelmeyecek tarzlarda yazan, çizen, konuşan bazı düşünürler öne çıkmaya başlar. Bunlardan biri de Gilles Deleuze’dür. Benzer isimlerden biri, bir başka Fransız düşünürü Michel Foucault onun için, “Gün gelecek, yirminci yüzyıl Deleuze’cü bir çağ olarak anılacak” diyecektir. İlk kitabı Ampirizm ve Öznellik, Hume üzerine bir araştırmadır. Spinoza, Leibniz, Kant, Bergson, Nietzsche gibi filozoflar, Kafka ve Proust gibi yazarlara ilişkin araştırmalarıyla yürüttüğü çalışması içinde, kendi çizgilerini de oluşur; araştırması bir yanıyla felsefe tarihinde sürekli bir çıraklık hali gibidir, filozofların ürettikleri kavramları, kavram üretme biçimlerini inceler, teşbihte hatayı göze alırsak, onların kavramlarını tek tek söküp yerine takarken, kendi kavramlarını da oluşturur. Her filozofun çalışmasına her yöneldiğinde, düşüncenin Batı tarihi içinde felsefe olarak şekillenirken aldığı yolu baştan başa kat eder; derdi filozofları açıklamak, anlatmak değil, ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını görmek/göstermektir. Onlarla birlikte (yeniden yeniden) düşünmekte, felsefi düşüncenin ana işi olduğunu savunduğu kavramlarla güncel olay ve olgulara eğilmektedir.

Bu zor, zorlu filozof, Türkiye’de belki biraz geç (örneğin Foucault’dan az da olsa sonra) anılmaya başlandı, ama hoş bir garipliktir ki filozofa 90’larda başlayan ilgi çok az örnekte görüldüğü biçimde, bir hayli hızlı biçimde çevrildi, çevriliyor, okundu, okunuyor. Turhan Ilgaz’ın ustalığıyla çevrilen Felsefe Nedir adlı kitabı örneğin, o zorluktaki bir kitaba az nasip olacak kadar çok baskı yaptı (bu satırların yazarının aklında yedincisi kalmış.) Hâlâ çok önemli bazı kitapları çevrilmeyi bekliyorsa da, özellikle son yıllardaki çeviri hızına bakarsak, çok geçmeden yapıtlarının tamamının Türkçede olacağını umabiliriz. Deleuze’den gelen son sürpriz, Bağlam Yayınları’nın bastığı iki cilt oldu. İlk cilt (Issız Ada ve Diğer Metinler) filozofun 1953’ten 1974’e kadar ürettiği metin ve söyleşilerden oluşuyor; ikinci cilt (İki Delilik Rejimi) 1975-1995 arasını içeriyor. Çeviride Ferhat Taylan ve Hakan Yücefer imzaları var. Seçkinin her cildinde, iki sayfayı bile bulmayan kısa bildiri, kitap tanıtım yazısı ya da mektupların yanı sıra, ikili, üçlü ya da daha çok kişili söyleşiler ve Deleuze’ün üzerinde çalıştığı filozof veya yazarlara dair çok sayıda makale yer alıyor.
Paha biçilmez bir değer
Bu toplam, filozofun genç sayılabileceği bir zamandan başlayarak, ölümüne kadar süren düşünsel ve eylemsel etkinliğini izleme imkanı vermesi bakımından paha biçilmez bir değer içeriyor. Ayrıca toplam, Deleuze’ün üzerinde çalışmış olduğu düşünür ve yazarlara (Hume, Bergson, Spinoza, Nietzsche, Proust, Kafka gibi) dair Türkçeye de çevrilmiş bulunan kitaplarını okurken de son derece yararlı; çünkü aynı isimlere dair, yine kimi kısa söyleşilerden, kimi uzun ve önemli makalelerden oluşan birçok metin var içinde. Bir örnek: Deleuze’ün, en az Hume’un felsefesi kadar zor ve incelikli olan Hume’a dair Ampirizm ve Öznellik adlı kitabı, Eylül 2008’de Ece Erbay tarafından çevrildi ve Norgunk Yayınları tarafından basıldı; işte bu iki ciltte Hume okurlarına da, Deleuze’ün Hume okumasına da ışık tutacak çok önemli makaleler de yer alıyor. Ayrıca, yazarın henüz çevrilmemiş kitaplarına dair bir fikir edinmek bakımından da önemi var toplamın.
Buraya kadar yazılanlar ve sözü edilen isimler, bu iki cildin yorucu ve sadece felsefe profesyonellerine hitap ettiğini düşündürebilir, ama durum hiç de böyle değil. Deleuze, hiçbir zaman ‘saf’ bir felsfeci olmadı, belki Sartre türünden asla iflah olmaz bir eylem makinası değildi o, ama politikti ve düşünce aygıtını güncelliğin birçok yönüne çevirmeyi biliyordu. Kitapta Sartre’a, “Benim Hocamdı” başlıklı ve her satırında incelikle yoğurulmuş bir saygının sunulması, düşünürlerin güncelliğe, politik ve ahlaki alana kayıtsız kalmaması gerektiğini düşündüğünü çok iyi ortaya koyuyor Deleuze’ün. Bazı yazıların başlıklarını sıralamak yeterli bu noktada: Kadın Düşmanlığı Üzerine, Avrupa’yı Yapmanın En Kötü Yolu, Negri’nin Yargıçlarına Açık Mektup, Yaser Arafat’ın Büyüklüğü, Filistin’in Yerlileri, Kirli Savaş... Tekrar edersek, Deleuze politiktir: Düşünmenin, tüm düşünürlerin ve ürünlerinin politik olduğu geniş anlamda değil sadece, insanlı dünyanın yazgısını gözetme, bu yazgıyı belirleyen güçleri ve güç ilişkilerini ve güç odaklarını görüp gösterme, bu yazgıya müdahale etme arzusunu taşıma anlamında da politiktir o. Bir alıntı: “Bugün devrimci sorunun, devlet aygıtının ya da partinin bürokratik ve despotik organizasyonuna düşmeden, noktasal mücadelelerin bütünlüğünün nasıl bulunacağıyla ilgili olduğunu biliyoruz: yeniden bir Devlet aygıtına dönüşmeyecek bir savaş makinası, içsel despotik birliği yeniden üretmeyecek, Dışarı’yla bağlantılı göçebe birliği.” (Issız Ada, s. 402) Politika bahsini bitirirken eklemek şart: Deleuze sıkıdır, ama sıkıcı değildir; kitaptan sadece düşünceleri değil, öfkesi, ciddiyeti, saygısı ve örneğin Kafka’yla Nietzsche’nin kahkahalarına karışan neşesi de ışıyor.
Özetlersek, bu iki ciltlik toplam sadece Deleuze’ün peşine düşmüşler için bir hazine değil, ama felsefeyle bir biçimde ilişkide olmak isteyenler, tarihle uğraşanlar, politikayla derdi bulunanlar, edebiyatı yaşamlarından ıskat etmemişler, sanattan yüz çevirmemişler... ez cümle dünyanın hır gürünü düşüncesiz karşılamak istemeyen herkes için de bir gerçek hazine.

*ISSIZ ADA VE DİĞER METİNLER
Gilles Deleuze
Çeviren: Ferhat Taylan,
Hakan Yücefer
Bağlam Yayınları, 2009
462 sayfa


*DELİLİK REJİMİ
Metinler ve Söyleşiler 1975-1995
Gilles Deleuze
Çeviren: Mahir Ender Keskin
Bağlam Yayınları, 2009
415 sayfa


Deleuze’e göre Robinson ve CumaToplamın ilk cildi, cilde adını veren Issız Adalar adlı bir metinle açılıyor. Coğrafi ada tanımlarının yeniden düşünülmesiyle başlayan metin, ada imgesinin/imgelerinin bir tür felsefi/antropolojik analizine ve kavramlaştırılmasına, dolayısıyla da ada anlatılarının yeniden konumlandırılmasına varıyor. Ada anlatıları konu edilince Robinson Crusoe’ya geliyor söz; şöyle diyor Deleuze bu Türkiye dahil kendilerini Robinson olarak görmeye meyyal tüm Cumaların ülkelerinde de çok okunan kitap için:
“Bundan daha sıkıcı bir roman hayal etmek zor, çocukların hâlâ bunu okuduğunu görmek de son derece üzücü. Robinson’un dünya görüşü yalnızca mülkiyet üzerine kuruludur; ondan daha ahlakçı bir mülk sahibi görülmemiştir. Dünyanın ıssız adaya dayalı mitsel yeniden yaratımı, yerini burjuva gündelik yaşamının sermayeye dayalı yeniden düzenlenişine bırakmıştır. Her şey gemiden alınır, hiçbir şey icat edilmez, adada her şey zar zor uygulanır. Zaman, yalnızca, emekten doğan bir kar elde etmek için sermayeye gereken zamandır. Tanrı’nın buradaki esirgeyici işlevi de geliri garanti altına almaktır. Tanrı kendine yana olanları, iyi insanları güzel mülklerinden tanır, kötüleri ise bakımsız, çirkin mülklerinden. Robinson’un can yoldaşı Havva değil, uysal uysal çalışan, köle olmaktan mutlu, yamyamlıktan çabucak tiksinmiş olan Cuma’dır. Aklı başında her okur, onun sonunda Robinson’u yediğini görmek ister. Bu roman, kapitalizmle Protestanlık arasındaki bağı savunan tezin en iyi örneğini teşkil eder.”

(31 Temmuz 2009, Radikal Kitap)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder