Geçen yüzyılda felsefeden bahsedilecekse, sözün daha başlarındayken iki ismi anmamak neredeyse kaçınılmazlaşır: Alman filozof Martin Heidegger ve onun 1927’de ilk baskısı yapılan eseri Sein und Zeit, Türkçesiyle Varlık ve Zaman. Heidegger, kimilerine göre yüzyılının en önemli filozofudur, öyleyse Varlık ve Zaman da en önemli kitap olacaktır. Bundan böyle adını daha rahat Türkçe telaffuz edeceğimiz kitapla Heidegger büyük bir felsefi dava açıyordu: Ona göre, en kaba özetle, antik Yunan’dan, Platon ve Aristoteles’ten başlayarak kendi yaşadığı çağa gelene kadar üretilmiş bütün Batı felsefesi ‘metafizik’le maluldü. Bu, kadim varlık tartışmasının, Kant, Hegel, Husserl, Kierkegaard ve Nietzsche’nin eserlerinin elde bulunduğu bir dünyada, yeni bakış açısı ve kavramlarla yeniden başlatılması demekti.
Dava büyüktü, davacı sıkıydı ve kitap yayımlandığı andan başlayarak, sadece ait sayıldığı Varoluşçu akımı değil, bütün felsefe akımlarını, filozofları ve felsefi tartışmaları az ya da çok etkiledi. Üstelik kitabın etkisi ne sadece Batı Avrupa’yla sınırlı kaldı, ne de sadece felsefeyle. Örneğin, Türkiye’de iyi tanınan iki isim, Jean Paul Sartre ve Albert Camus hem düşünür hem de edebiyatçı olarak düşünüp yazarken Varlık ve Zaman‘la etkileşim içinde oldular. Yüzyılın ikinci yarısında öne çıkan düşünürler, onlarla birlikte ya da ayrı yaygınlaşmaya başlayan yeni akımlar da hep Varlık ve Zaman‘la etkileşim halindeydi. Zamanla adı, eserinden önce bir felsefe kavramı haline geldi neredeyse Heidegger’in.
Şu ünlü tartışma
Hasılı, kitapla ünü önce ülkesinin, ardından kıtasının dışına taşan ve felsefe tarihine adını, işe koyulurken çattığı Platon ve Aristoteles’ten başlayarak, Descartes, Kant, Hegel gibi spekülatif düşüncenin devlerinin yanına yazdıran filozof Heidegger’in Nazi yönetiminin rektörlüğünü yapmaya kadar varan akademik ve siyasi yaşamı da, felsefe alanında sürüp giden tartışmalarla birlikte, hep gündemde oldu. Kimileri için yaşam öyküsündeki bu leke, felsefede Heidegger’in adını anarken dikkatli olmaya zorluyordu insanı, hatta anmayı zorlaştırıyordu. Kimileri de “Felsefe başka, filozofun siyasi tercihleri başka, insandır, her insan gibi ikincide hatalar yapmış olabilir” demeye getiriyordu. Bu tartışma, çoğu yere olduğu gibi Türkiye’ye de Heidegger’in kitabından önce geldi.
Aslında elbette tartışmayı önemli kılan herhangi bir filozofun Nazilerle işbirliği yapması ya da düpedüz Nazi olması değil, tartışmanın önemi Varlık ve Zaman’ın öneminden geliyordu. Sorun şuydu: Aristoteles ve Platon’dan başlayarak 20. yüzyılın Batı Avrupası’nın (ve o Avrupa’nın bilgisel araçlarıyla iş görmeyi öğrenmiş dünyanın başka yerlerinin) felsefi açıdan hayati saydığı bir tartışmada çığır açmış biri olarak anılan bir büyük filozofun yöntem ve kavramlarında acaba Nazizm türü felaketlere giden bir sapak mı var? Dolayısıyla, mesele ‘siyasi özgeçmişteki bir hatanın felsefe aleyhine abartılması’ ya da ‘siyasi bir tercihin felsefi başarıyı gölgelemesi’ tartışması olarak göz ardı edilecek kadar basit değil; bu kadar ‘Heideggerci olmak’ pek de makbul olmayabilir. Aynı şekilde, meseleyi siyaset lehine çözme kolaycılığı da hiç makbul değil; ‘siyasi tercih buysa, felsefi başarı olamaz, olsa da önem taşımaz’ demek, siyaseti düşüncesiz bırakmak demekle eşdeğer neredeyse.
Susun, çevirmen çalışıyor!
İşte, kitabı gelmeden kendisi gelen bu bahis de dahil, Heidegger tartışmalarının ve ancak Heidegger’le birlikte yapılıp yürütülebilecek araştırmaların, yani hem felsefenin hem de felsefe ve siyaset bağıntısına dair araştırmaların Türkçede daha açık, daha güvenli, daha verimli biçimde yapılması bundan böyle daha kolay. Felsefenin bu önemli metni, Heidegger’in bu başyapıtı Kaan H. Ökten çevirisiyle Türkçede.
Türkçe yazmayan düşünürlere, bilginlere dair kıyı köşe tartışmaları yürütürken, önemli yapıtlarını, başyapıtlarını çevirmeyi sonlara bırakma geleneğinden ne kadar şikayet etsek az olur; o halde birileri konuşur, birileri de hayıflanıp dururken, işine bakıp bu eksiklerden birini gidermeye girişen çevirmenlere ne kadar teşekkür etsek az olur.
İlk iç sayfada “Heidegger çalışıyor” diye tanıtılan Ökten, dil açısından bırakın çevirmenleri, filozoflara çıkardığı güçlüklerle dillere destan olan filozofun bu temel metnini çevirmekle de kalmıyor, ayrı bir kitapla “çevirisinin tekniğine dair bütün ayrıntıları” Türkçe okuyup yazanların dikkatine sunuyor. Felsefeyle ilgilenenler uzun süredir Ökten’in Varlık ve Zaman çevirisini bekliyordu zaten. Ökten bir de sürpriz yapıyor böylece, “Heidegger çalışan” bir felsefeci olarak, filozofun ve kitabının çıkaracağı binbir güçlüğe karşı hem meraklı okurlara, hem de meslektaşlarına kolaylıklar sağlayacak bir rehber sunuyor. Ökten çevirisi için, “Maksadım, Heidegger’in Almancada yaptığı şeyi Türkçede yapabilmekti. Bunda ne kadar başarılı olduğumu zaman gösterecektir” diyor. Büyük yapıtlara, zorlu metinlere dair göz korkutan işlere soyunmuş herkes gibi Ökten’in de başarılı olup olmadığını zaman gösterir gerçekten. Ama zaman sadece Ökten’in çeviride ve sunduğu kılavuzda yaptıklarını ya da yapamadıklarını tartmayacak; zaman aynı zamanda Ökten’in içinde bulunduğu dil dünyasında, Türkçe düşünen, okuyan ve yazanların toplam dünyasında bulunan herkesin “başarı”sını da tartacak. Nasıl denir, marifet iltifata tabidir; öyleyse birileri çıkıp Ökten’in nerede, ne şekilde, niçin başarısız olduğunu gösterecek kadar Heidegger’i, Varlık ve Zaman’ı okumayacak, çalışmayacaksa, kimse çıkıp Ökten’in “başarı”sını da konuşamayacaktır. Özetle Kaan H. Ökten, “Ben buradayım, ey okur!” diyor. Okurdan ses geldiğinde, kimse başarısız olmuş olmayacak.
Not: Kitap, Türkçede aslında birkaç yıl önce İdea Yayınları tarafından, Aziz Yardımlı çevirisiyle de basıldı. Dolayısıyla, Heidegger’le ilgilenecekler, Heidegger çalışacaklar açısından elde iki Türkçe metin olduğunu unutmamakta yarar var. Yukarıdaki yazı münhasıran Kaan H. Ökten çevirisinin tanıtımı/duyurulması amacıyla kaleme alındığı için Yardımlı’nın çevirisini görmezden gelmekle suçlanamaz. Bir Heidegger uzmanı olan, sadeliği ağırlığını gizleyen ifadesiyle “Heidegger çalışan” Ökten, Yardımlı çevirisine ilişkin itirazlarını kendi kalemiyle kayıtlara geçirmişti; bu satırların yazarı ne çevirileri karşılaştırmayı ne aralarında bir seçim önermeyi kendinde hak görebilir. O, bir okur olarak, zorlu işlere soyunan çevirmenlere teşekkür etmeyi ve sair tartışmaları felsefe ve çeviri alanlarında mahirce at oynatabilen uzmanlara bırakmayı daha doğru buluyor.
(26 Eylül 2008, Radikal Kitap)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder